Martin Ramirez çok yetenekli bir fotoğrafçıydı. Ne var ki, beynindeki tümörü aldırmaya parası yetmiyordu. Hastanedeki yatağında yatarken, kafasında, nereden ne kadar para toplayabileceğini düşünüyordu. Fakat 250 Bin Pesonun beşte birinden ötesine geçemiyordu bir türlü.

Ramirez’in yaşadığı şehir Venezuela’nın tropik ormanlarının içinde, orta büyüklükte bir şehirdi. Altına hücum döneminde, macera arayan fırsatçılar tarafından kurulmuştu şehir. Şimdi içinden geçen bir nehir olan, La Negra ırmağının sularında altın elekleyen madenciler ve onların çalışanları, daha doğrusu köleleri tarafından kurulmuştu.

Ramirez 40’lı yaşlarındayken başlamıştı fotoğraf işine. Şehrin en merkezi meydanına açılan bir caddedeydi stüdyosu. Müşterilerini seçerek kabul ederdi. 2500 Peso teklif eden yaşlı, beyaz sakallı bir müşterinin teklifini reddetmişti bir keresinde. O zamanlar, o paraya orta halli bir araba alınabilirdi. Yanında çalışan çırağı da dahil herkes çok şaşırmıştı, bu teklifi reddetmesine. Fakat Ramirez’in kendince bazı kriterleri vardı. “Bu adamları iyi tanırım. Ağzınla kuş tutsan, yine de yapacağın işi beğenmezler” demişti. Haksız da değildi. Parayı teklif eden adam, o gün kendinden emin adımlarla dükkanın içine girmişti. Etrafına bakmıştı, teftiş eder bir edayla. Bastonuyla bir yerleri işaret edip, “Delikanlı, eğer yaptığın iş de bu dükkan gibiyse, müşterilerini büyüleyen kurnaz tüccarlardan biri olmalısın.”

Ramirez, gülümseyerek karşılamıştı bu eleştiriyi. “Kusura bakmayın, Beyfendi. Bir süredir işleri yetiştirme telaşından dükkanın düzenini boşlamışım.” diyerek özür diledi. Yaşlı adam, Ramirez’in alttan almasından hoşnut kalmıştı. Fakat Ramirez’in gururunu daha da okşaması gerekiyordu. “Bak genç adam, sana reddemeyeceğin bir iş teklifi sunacağım. Ancak iki şartım var. Birincisi, beni memnun edinceye kadar işinde sebat edeceksin. İkincisi, ücretini iş bitince alacaksın.” Yaşlı adam durdu. Ramirez’in tepkisini görmek istiyordu. Beklentisi, Ramirez’in işe ilgi göstermesiydi. Ona göre hamlesini hazırlamıştı.

Ramirez de duraksadı. Daha önce sayısız kereler, ücretsiz iş yapmıştı. İnsanlar ondan bir şeyler isterdi. Yemeden içmeden, onların isteklerini karşılamaya çalışırdı. Fakat o gayret ettikçe, insanların memnuniyetsizlikleri daha da artardı. Parasını da vermezlerdi. O da isteyemezdi. Müşteriyi memnun etmeden parasını istemenin, onları aldatmak olduğunu düşünürdü. Kendisi birinden bir hizmet alsa, memnun olmasa da karşılığını verirdi; fakat kendisi hizmet verirken, bunu başkalarından isteyemezdi.

Yaşlı adam, Ramirez’in duraksamasından hoşlanmadı. Kafasında hazırlandığı plana uygun değildi bu. Ramirez, ilgi gösterecek olsa, onu yavaş yavaş avucuna almayı planlıyordu. Ama şimdi başka bir yerden Ramirez’in arzusunu gıdıklamalıydı. “Az para veren insanlardan değilim ben. Para benim için mesele değil. Önemli olan işin kaliteli olması.” dedi ve durdu. Gözü stüdyodaki eski fotoğraf makinesine takılmıştı.

Bu sözler, Ramirez’in anılarını canlandırdı. Dükkanı ilk açtığında, uşaklarıyla beraber dolaşan kuş tüyü şapka giyen kadını anımsadı. Bir ayını harcamıştı, onun istediği resimleri çekmeye. Kadın her gün daha sert ve kötü davranıyordu kendisine. Kadının ailesinin çiftliğinde çalışıyordu. Kendisine öğle yemeklerinde çorba verirken bile, bunu büyük bir lütuf olarak yaptığını hissettiren sözler ediyordu. Ramirez yanında çalıştırdığı çırağın ücretini bile çıkartamamıştı bir ayda. Annesinden kalan tek miras olan altın yüzüğü satmıştı, çırağın ve dükkanın masrafını ödemek için. Bir ayın sonunda, pes etmişti ve işi bırakmıştı.

İşi veren kadın, uşağını göndermişti dükkanına ve onu ücretini ödememekle tehdit etmişti: “Hanımefendi diyor ki, eğer Ramirez işi şimdi bırakırsa, tek metelik almayı ummasın.” Ramirez, haberi getiren uşağı dinlerken hayatın tüm yükünün bir anda üzerine bindiğini hissetti. Ne yaparsa yapsın, ne kadar gayret ederse etsin, bir türlü işleri yoluna girmiyordu.

Öfkeliydi, ama elinden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdi ki? Saldıracak, yıkıp dökecek miydi? O tür bir karakteri yoktu. Ramirez öfkesini düşünerek aşardı. Neden diye sorardı, böyle anlarda. Neden öfkeleniyorum? Neden işlerim yoluna girmiyor? Neden bu kadın, onca parası olduğu halde, bana da onca vaatte bulunduğu halde, yol masrafımı karşılayacak kadar bile para vermiyor? Böyle sorulara bir başladı mı, bir saat bunun üzerine düşünürdü kendi kendine. Makul bir açıklama buluncaya kadar düşünürdü. O arada, öfkesi de dinerdi. Hatta çoğu zaman, önceki haline göre çok daha mutlu olurdu. “İyi ki, bunu yaşamışım” derdi. “Demek kaderimde, bu dersleri almak için, bu sıkıntıları yaşamak varmış” derdi ve aldığı dersin, alamadığı paradan daha değerli olduğunu düşünüp hayatına huzur içinde devam ederdi.

Yaşlı adamın sözleri Ramirez’e bunları anımsatmıştı. Adam ona güven vermiyordu. Kendisini cezbedecek vaatler sunuyordu. Bir kere bu vaade kapıldı mı, adam, onu adım adım kendi arzusu için kullanacaktı. Önce, küçük şeyler talep edecekti. Bol bol iltifatlar edecekti, Ramirez’e. İltifatlarla Ramirez’i kendisine borçlu kılacaktılar. Ramirez, iltifatların karşılığında adama iyilik yapmak kalacaktı. İltifatlara karşılık olarak, avans istemeyecekti, adamdan. Adamın işini önceleyecekti. Adama özel müşteri statüsünde hizmet edecekti. Adam, bütün bunları sadece vaatlerle, iltifatlarla ve sahip olduğu mülkü göstererek yapacaktı. Yoksul bir adam olsa, bu vaatler ve iltifatlar işe yaramazdı. Fakat zengin bir adam olduğundan, herkes bilirdi ki, vaatlerini gerçekleştirebilmek adama ağır gelmezdi. Yaşlı adam insanların zenginliğinden dolayı, ona itibar ettiklerinin farkındaydı. Bir yanıyla, bu yüzden o insanlardan tiksiniyordu; bir yandan da ona daha çok itibar etmelerini istiyordu. Ramirez gibi insanlar, yaşlı adam için, sadece bir oyun aracıydı.

Fotoğrafçılık, Ramirez’in hayatı boyunca yaptığı belki onuncu işti. Daha önce, inşaatlarda çalışmıştı, garsonluk yapmıştı, matematik öğretmenliği yapmıştı, gazete için yazılar yazmıştı ve başka birçok mesleği öğrenmişti. Garsonluk da dahil, yaptığı her işi zevkle yapıyordu Ramirez. Deneyim kazanıyor. Gerçekten ustalaşıyor; fakat sonra şu veya bu nedenle bırakıyordu.

Ramirez için abes meslek yoktu. Her mesleğin bir ustalığının olduğunu öğrenmişti. Garsonluktaki en önemli ustalığın, bir psikolog gibi, misafirlerin kişiliğini analiz etmek olduğunu düşünürdü. Bazı müşterileri, okumuş aydın insanlar olurdu. Aydın insanlar, kendilerine muhatap olabilecek insanlar bulmak isterdi. Ramirez de bunu zevkle yapardı. Fakat Ramirez çoğu zaman entellektüel sohbetin ayarını iyi tutturamazdı. İnsanlar, aydın da olsalar, bir yerden sonra, bir garsonun kendilerine ders vermesini kabullenemezdi. Bu yüzden, bir yerden sonra Ramirez’e alaycı sözlerle haddini bildirirlerdi. Ramirez, heyecanla ilerleyen bir entellektüel sohbetin, sonunda kendisiyle alay edilerek bitmesinden elbette çok üzülürdü. Üstelik, böyle anlarda, sadece müşterilerin önünde küçük düşmezdi. Diğer garsonlar da Ramirez’le dalga geçerdi. Bir yanıt vermezdi kimseye. Kalp kırıklığının neden olduğu bir gözyaşı bazen gözlerinden akardı, bazen boğazından yutkunarak onu da dışarı yansıtmazdı.

Çok insan görmüştü; fakat hayatı boyunca kendi kadar yoksulluk içinde yaşayan çok az çocuk görmüştü. 3 kardeştiler. Babalarını hiç görmemiştiler. Annesi 4 kez evlenmişti. Kullanılmış bir ayakkabı giymek onlar için en büyük lükstü.

Bazen insanlar yardım ederdi. Fakat yardım verirken bile, kendi gururlarını tatmin ederlerdi. Kıyafetlerindeki kirlere bakmaktan iğrenerek, göz ucuyla bakardı kadınlar onlara. Yardıma gelen kadınların, kendi aralarındaki acıma konuşmalarını duyardı. Önce acıyarak başlardı konuşmalar, sonra yargılamalarla devam ederlerdi. Herkes bir neden bulurdu, kendilerinin yoksulluğuna ve pislik içinde yaşamasına. Kimisi, tembelliklerine bağlardı, öbürü aptallıklarına, bir diğeri ahlaksızlıklarına.

Bir keresinde bir çocuk eski ayakkabılarını getirmişti, babasıyla. Fakat ayakkabıları verirken “Hiç bu kadar güzel bir şeyi hayatta tatmadığını düşündüm de getirdim.” demişti çocuk. Ramirez’in çok ağrına gitmişti bu söz. Evet, kıyafetleri ve eşyaları pis ve çirkin olabilirdi. Ama hayatın tüm lezzetlerini onlar da tadabiliyorlardı, diğer insanlar gibi: dostluğun, sevginin, öğrenmenin ve adaletin lezzetini. Tadamadıkları şeyler, maddi lezzetlerdi. Bunlar yok diye, kalplerinin veya ruhlarının da kabiliyetsiz olduğunu kimse iddia edemezdi. Kabul etmek istemedi, Ramirez yardımı: “Benim buna ihtiyacım yoktu.” dedi. Fakat çocuk ve babası buna kahkahalarla güldüler. “Şuna bak, kirden yüzü görünmüyor; bu haliyle gurur yapıyor. İşte insanın başına ne geliyorsa, aptallığından geliyor.” deyip uzaklaştılar.

Ramirez’in hiç beceremediği bir şey vardı: İnsanlar onu yoksulluğundan dolayı aşağıladığında, aklına onlara verebilecek hiçbir yanıt gelemezdi. Sonradan düşününce, bir sürü şey aklına gelirdi. Fakat insanların kahkahalarla kendisine güldüğü anda, hiçbir şey gelmezdi. Ne küfredebilirdi, ne de kızabilirdi. Sadece, şaşkın gözlerle onlara bakardı. Şaşırması, insanların acımasızlığından kaynaklanıyordu. Nasıl bu kadar duyarsız ve yaralayıcı sözler edebiliyorlardı.

Kendisini aşağılayan insanlardan hayalinde intikamını alırdı. Hayalinde, insanlar ondan özür dilerdi. Bazısı, onun değerini ölümünden sonra anlardı. Bazıları, ölmeden önce, büyük başarılarını görüp, Ramirez’e pişmanlıklarını sunmaya gelirdi. Böylece rahatlardı ve aşağılanmış olmanın utancından kendini kurtarırdı Ramirez. Sonradan öğrendi Ramirez, o insanların hiçbir zaman kendisinden özür dilemeyeceğini. Birçoğu kendisinin kalbinin kırıldığının bile farkında değildi. Ramirez, demek sabrımı bu şekilde geliştirmem gerekiyormuş, diye düşünürdü. Özür dilemeseler bile, bu benim için bir fayda üretiyor; çünkü sabrımı geliştirebilirsem, hayatımı daha anlamlı bir hale getirebilirim, diye düşünürdü.

İşte böyle zahmetli bir şekilde geçmişti Ramirez’in hayatı. Ameliyat parasını nereden bulabilirim, diye düşünüyordu hastanede. Sonra aklına, yıllar önce, fotoğrafçı dükkanına gelen bir yazar geldi. Yazarın ismini hiç unutmamıştı: Alejandro Tujueka. Alejandro Tujueka, Ramirez’den 10 yaş genç bir yazardı. Psikiyatriydi asıl mesleği; fakat Amazon içlerine yaptığı bir araştırma gezisinden sonra, hayatının yönünü değiştirmeye karar vermişti. Amerika kıtasını dolaşıyor ve insanların öykülerini topluyordu. Yüzlerce öykü biriktirmişti defterlerinde. Ramirez’e birkaçını okumuştu. La Negra kıyısındaki bu şehrin dışına pek çıkmamıştı Ramirez. Böyle görmüş geçirmiş bir insanla dost olmak büyük bir nimettir diye düşünüp, Tujueka’nın şehirde kaldığı 3 ay boyunca, hiç yanından ayrılmamıştı. Bir gün, Tujueka, Ramirez’e bir zeka testi uygulamıştı. Ramirez’in test sonucu, 190 çıkmıştı. Tujueka, hayatında hiç bu seviyede bir insan görmediğini söylemişti. Üniversitedeki eski meslektaşlarına, mektuplar yazmıştı, Ramirez için burslu bir eğitim programı hazırlamaları için; fakat sonuç alamamışlardı. Ülke zaten yoksuldu; 40 yaşlarında bir adama burs vermeden önce, burs verilmesi gereken onbinlerce genç vardı.

Tujueka, Ramirez’e adresini ve telefonunu bırakmıştı. Bir sıkıntısı olursa kendisine mutlaka yazmasını söylemişti. Ramirez, bir yazardan para istemek, doğru olmaz; fakat belki çevresindekilerden bir yardım sağlayabilir mi, diye sorabilirim, diye düşündü. Bir ankesörlü telefona ulaştı. Tujueka’nın numarasını aradı. Yaşlı bir kadın yanıtladı. Tujueka’nın 3 sene önce, başka bir yere taşındığını söyledi. Ramirez’in umudu boğazına takıldı. “Fakat belki eski bir arkadaşı vardı, alt katta. Ona bir sorayım, belki o yeni numarasını biliyor olabilir.” dedi kadın. Ramirez, 10 dakika kadar sonra tekrar aradı. Kadın yeni numarayı bulmuştu gerçekten. Ramirez, yeni numarayı aradı. Telefonu Tujueka, karşıladı. Ramirez, onu kendini hatırlattı. Tujueka, “Dostum Martin, seni unutmak mümkün mü.” diye yanıt verdi. Ramirez, hastalığını ve ekonomik durumunu anlattı. Tujueka, mutlaka yardım edeceğini söyledi. Gerekirse, bankadaki birikmiş parasını çekeceğini söyledi.

Ramirez, uzaklardaki bir kişinin kendisi için bu kadar büyük bir fedakarlık etmek isteyişiyle duygulandı. La Negra’nın üzerine ilk inşa edilen taş köprüye gitti. Güneşin ormanların üzerinden batışını seyrediyordu. Hayat, ne kadar güzel, diye içinden geçiriyordu. Bir yerde, Allah insana sıkıntılar yaratıyor. O sıkıntılar içinde, insan ihtiyaçlarının ne kadar sınırsız olduğunun farkına varıyor. Öbür yandan, o sıkıntıları giderecek ilaçları da hiç beklenmedik bir yerden gönderiyor. Ve o ilaç gelince, bütün sıkıntılar gidiyor, sadece ferahlık kalıyor, diye düşündü.

Sonraki gün, Ramirez, Tujueka’yı tekrar aradı. Tujueka’nın sesi üzgün geliyordu. Yavaşça ve utanır bir ses tonuyla “Dostum, beni affet.” diye başladı Tujueka. Ramirez, “Kendini üzme Alejandro. Benim için önemli olan tek şey senin samimiyetindi. Yardım etmeyi istemen yeter. Olabilir, bir engel çıkabilir. Bundan dolayı, ne seni ne de bir başkasını suçlamam.” Tujueka, Ramirez’in bu kadirşinaslığından dolayı çok duygulandı. Yardım etmesine engel olan şeyi anlatacaktı, fakat hüznünden dolayı, bunu anlatmakla laf kalabalığı yapmak istemedi. “İnsanlar, senin ölümünle ne kadar büyük bir değeri kaybettiğini bilmiyor. Ama senin öykünü yazacağım, sevgili Dostum. Ne olur, bizi affet.”

Tujueka’nın aklına, kendisini hor gören insanlardan hayallerinde aldığı intikam geldi. İnsanlar, o ölmeden, onun değerini anlayacaklardı. Ondan özür dileyeceklerdi. Ama olmadı. Kitaplar okumak, keşifler yapmak isterdi; ama olmadı işte. Kimseye kızmıyordu. Hayat böyle bir şeydi. Önemli olan, insanların neyi gerçekleştirdiği değil, neye gayret ettiğiydi. Ramirez de hayatı boyunca, anlamlı yaşamak için gayret etmişti. Hayallerini gerçekleşmese de, onlara samimiyetle inanmış ve hiçbir zaman inancından vazgeçmemişti. Onun için bu yeterliydi.

Tujueka’yla vedalaştı, Ramirez. Son günlerini nasıl geçirmek istediğini düşündü. Çocukluğunda oyun oynamaya gittikleri bir tepelik vardı. Oraya gitmeye karar verdi. Yanına birkaç kitap ve bir defter alacaktı. Günlerini düşünmekle geçirecekti. En sevdiği şeydi, düşünmek. Hayallerinde istediği her yeri dolaşabilirdi. İnsanlarla ilişkilerini geliştirebilirdi. Şükredecek sayısız yeni nimetler keşfedebilirdi. Bu onun için yeterliydi.

20 Temmuz 2012 Göztepe Kadıköy