Yılın en güzel zamanlarından biri, karlı bir gecenin ardından, güneşli bir sabahta uyanmak. Her tarafı, bembeyaz, yumuşacık pamuk gibi kar kaplamış olur. İstanbul’da bunu yılda bir veya iki gün yaşamak mümkün oluyor. Böyle günlerde, sabah erkenden kahvaltımızı yapıp, ailecek dışarıda yürümeyi seviyoruz.

Geçen sene Ocak’ın sonuna doğru çok kar yağmıştı. Sabahleyin erkenden, ben, Özgür Emin ve eşim birlikte Fenerbahçe adasına gittik. Yollar ve etraf çok tenhaydı. Özgür Emin’in bu ikinci kez karla temasıydı; o sıralar daha iki yaşına girmemişti. İlkinde biraz çekingen davranmıştı; ama bu sefer daha çok sevdi.

Özgür Emin, karın içinde yürümekten büyük zevk aldı. Ama o sırada, kış ayakkabısı yoktu. Kendi ayakkabısını o kadar çok seviyordu ki, başka ayakkabıları giymiyordu. Ayakları soğusa da, bundan şikayet de etmiyordu. Karın içine ayağıyla basıyor ve ayaklarının karın içine batmasını izliyordu. Taş yoldan yürümek yerine, karda bata çıka yürümeyi tercih ediyordu. Bazı çiçekler, karların arasından hala görünüyordu. Ağaçların dalları yusyuvarlak olmuştu. Her şey çok güzeldi.

Ne kadar modernleşip şehir hayatına alışsak da, insan hala özünde doğanın bir parçası. Hiçbir zaman doğadan kopmuyor. Masmavi, geniş gökkubbeyi seyretmek, denize bakmak, yeşil ağaçların veya rengarenk çiçeklerin arasında bulunmak, insana mutluluk veriyor. Hem bu mutluluk, sadece kişinin kendisinde de kalmıyor. İnsan, böyle ortamlarda, ailesi olsun, arkadaşları olsun, hiç tanımadığı insanlar olsun sevdikleriyle daha da kaynaşıyor. Alışveriş merkezinde, en yakın arkadaşımla bile ettiğim sohbetten tat alamıyorum; ama deniz kıyısında yürüyerek yaptığım sohbetlerin tadını aradan yıllar geçse de hiç unutmuyorum.

Orta okul ve lisedeyken de, böyle dolaşmayı çok severdik. Hem yurtta, hem de aynı sınıfta birlikte okuduğumuz Burak Pehlivan’la böyle çok dolaşırdık. İstanbul’un hiç bilmediğimiz bir köşesine giderdik; bütün gün alabildiğine yürürdük. Yol bizi nereye götürürse. Burak’la zaten sohbet konusu bulmada hiç sorunumuz olmaz. İkimiz de tam bir tartışma hastasıyız. Hemen her konuyu tartışırız. Bir konuyu konuşmaya başlayalım; başta aynı fikirde bile olsak, az bir zaman sonra farklı düşündüğümüz bir yer mutlaka ortaya çıkar. Bu farklılık üzerine, birbirimizi ikna etmek için tartıştıkça tartışırız. **Genelde kimse ikna olmaz, ama tartışmanın zevkine doyum olmaz. **

İnsanların bir kısmı, gezmek için dış mekanlar yerine alışveriş merkezlerini tercih ediyor. Çok şükür ki, biz ailecek, alışveriş merkezlerinde dolaşmak yerine açık havada dolaşmayı daha çok seviyoruz. Alışveriş merkezleri benim başımı döndürüyor. Her taraftan ışık, müzik ve görüntüler gelip geçiyor. Farkında olmadan, gözler bir oraya bir buraya bakıyor. Hiçbir şeye odaklanamıyor insan. Alışveriş merkezinde az bir süre geçirince, başı dönmüş gibi yorulduğunu hissediyor insan. Ben, Kadıköy Çarşı, Caddebostan sahil yolu, Sultanahmet gibi mekanlarda gezmekten zevk alıyorum. Yalnız alışveriş merkezleri içinde, Kurtköy’deki Via Port’u istisna tutarım. Burası, üstü açık bir alışveriş merkezi. Çok fazla göz alıcı şey yok. İnsanı yormuyor. Keşke diğer alışveriş merkezi yatırımcıları da Via Port’un tarzını örnek alsa.

Yürürken tartışmak, etrafı izlemek veya başka bir şey yapmak sizin de hoşunuza gider mi? En çok hoşunuza giden yürüyüşler hangileridir? Lütfen siz de öykülerinizi veya zevklerinizi paylaşın.