İnsan için en zor şeylerden biri, alıştığı bir ortamı bırakıp yeni bir ortama geçmektir. Ben bunu defalarca yaptım, her seferinde çok zorlandım; ama geriye dönünce hiç pişman olmadım. Tersine şimdilik çok memnunum.

Boğaziçinde okurken, nasılsa hemen hepimizin kafasında büyük bir uluslararası şirkette kariyer yapmak vardı. McKinsey, Procter&Gamble en gözde şirketlerdi. Kamu sektörü hemen hiçbirimizin aklının ucundan geçmiyordu. Fakat son seneye doğru benim isteklerim değişmeye başladı. ABD’de internet devrimi yaşanıyordu o sıralarda. Amazon, Yahoo, Cisco gibi internet firmaları, çok kısa zamanda piyasanın altını üstüne getirmişti. Bizim okulda, iş dünyası çok yakından takip ediliyordu. Sürekli şirketler kendilerini tanıtmaya gelirdi. Derslerimiz, büyük oranda, piyasada başarılı olmanın yöntemlerine odaklanmıştı. Hepsi farklı açılardan yaklaşıyordu; ama temel amaç buydu.

Ben de işletme yayınlarını çok yakından takip ediyordum. Türkçede çıkan hemen tüm önemli işletme kitaplarını okumuştum. Harvard Business Review’ı takip ediyordum. Meşhur işletme gurularının kitaplarını okuyordum. Böyle bir ortamda, teknoloji sektöründe girişimci olmaya karar vermiştim. Bu alandaki, gelişmeler çok heyecanlıydı. Sürekli yenilikler geliştiriliyordu. Son sınıfta aldığımız Yaman Barlas Hocanın sistem dinamiği dersinde bir proje hazırlamamız gerekiyordu. Gerçek dünyaya ait bir sorunu sistem dinamiğiyle modellememiz gerekiyordu. Trafik sorununu ele almıştık. İlginç bir trafik dinamiğinin modelini geliştirdik, simülasyonunu yaptık. Bundan bir makale hazırladık ve uluslararası bir konferansta kabul aldık.

**İlk Girişimcilik Maceram **

Bu sıralarda bir yandan da teknoloji alanında nasıl bir girişimcilik yapabiliriz, diye araştırıyorduk. İstanbul’un trafiğini tümüyle modellemeyi düşündük. Bir simülasyon modeliyle, bir kişinin bir yerden bir yere ne kadar sürede gideceğini öngörecektik. Okul bitince, bu proje üzerinde çalışmaya başladık iki arkadaşımla birlikte. Güzel bir çalışmaydı. Ancak iş çok büyük çaplı bir yazılım geliştirme çalışmasıydı. Başarılı bir ürün çıkaramadan işi bıraktık.

Bunun üzerine, programlama becerilerimi daha ilerletirsem, belki daha sonra, bu projeyi bitirebilirim diye düşündüm. Küçük bir yazılım firmasına Zet-Petran’a girdim. Bu firmada çok güzel bir arkadaşlık ortamı vardı. Okul arkadaşlığı gibi eğlenceli bir ortam vardı. Bu ortamda, Java konusunda oldukça derinleşme imkanı bulmuştum. Bir buçuk yıl bu firmada çalıştıktan sonra, Ankara’da Oytek’in TSK için geliştirdiği bir projeye geçiş yaptım. Burada da ortam çok neşeliydi. Web tabanlı yazılım geliştirmeyi burada öğrendim. Ayrıca yazılım geliştirmenin dışında, gereksinim analizinde de uygulama yapma imkanım oldu. Burada da bir buçuk yıl kaldıktan sonra, BTGrubu’nda eğitmenlik ve teknik danışmanlık yapmaya başladım. Buradayken, müşterilerimiz sürekli değişiyordu. Her müşterinin ihtiyacı farklı oluyordu. Sürekli yeni ürünlerin temsilciliğini alıyorduk. Her ürünü öğrenmek gerekiyordu. Bu dönem, sürekli farklı ürünlere ve farklı yöntemlere adapte olmakla geçti.

Bir Blog Yazısı Yönümü Nasıl Tümüyle Değiştirdi

Sonra Boğaziçinde yüksek lisansa başladım. Üniversiteyi bitireli 4 yıl olmuştu. Birçok şeyi unutmuştum. Bu yüzden, tekrar okula alışmak benim için yine güç oldu. Yüksek lisansı yaparken, bir yandan da organizasyon yönetimiyle ilgili bir yazılım geliştirmeye çalışıyordum. Bunun üzerinde 2 sene kadar çalıştıktan sonra, projeye ara vermeye karar verdim. Çünkü iş büyüdükçe büyüyor, ancak bir türlü bitmiyordu.

İş yapmadığım zamanlar, internetteki blogları gözden geçirmek, benim için gündelik bir alışkanlık haline gelmişti. Her gün onlarca blogu takip ediyordum. Genellikle yazılım ve internet konulu, yabancı bloglardı bunlar. Normalde takip etmediğim bir blogdaki bir yazı dikkatimi çekti. Marc Andreessen adlı eski bir girişimcinin bloguydu. Çok dikkat çekici ve farklı fikirleri vardı. Çoğu başarılı girişimci, başarılı olmasının altındaki nedenleri yanlış tanımlar, diyordu. Mesela, çok çalışmasına bağlar veya çok yenilikçi olmasına bağlar; halbuki gerçekte sadece basit bir şeyi doğru yapmış olmasıdır, başarıyı getiren. Bu basit şey de, ürün - pazar uyuşmasıdır, diyordu Andreessen. Yani ürün, pazardaki bir boşluğa hemen oturmalı. Bu uyuşma, teknolojik üstünlüğe, yenilikçiliğe, üst düzey ihtiyaçlara her zaman bağlı değildir. Çok üstün bir ürünle başarısız olanlar da var, çok zayıf ve sıradan ürünlerle başarılı olanlar da var.

Bu fikirler, benim piyasaya bakışımı önemli ölçüde değiştirdi. Ben hep çok yenilikçi ürünler üretmeye çalışıyordum. Halbuki, gerek yoktu buna. Hem proje tamamlama riskini, hem de pazar kabul riskini artırıyordum bu yüzden. Pazarın satın aldığından emin olduğum, basit bir ürüne odaklanmalıydım.

Küçük çaplı, çok yenilikçi olmayan, ancak piyasada satacağından emin olabileceğim bir ürün geliştirmeye karar verdim. Böyle bir ürün nedir diye düşünürken, e-ticaret yazılımı geliştirmek aklıma geldi.

E-ticaret yazılımları, web tabanlı olduğundan bakım hizmeti kolaydı. E-ticaret yazılımlarının gereksinimleri belliydi. Piyasa oldukça olgunlaşmıştı. Çok satan ürünlerdi. Rakip çoktu, ama en azından piyasanın talep ettiği bir üründü. Yazılımı geliştirdikten sonra, bu sefer ürünün pazarlanması vardı. Bazı arkadaşlarıma bu konuda ortaklık yapmayı teklif etmiştim; ama hepsi bir yerlerde çalışan, yoğun insanlardı. Hiçbirinin bu alanda doğrudan bir deneyimi yoktu. Bu yüzden sanıyorum, risk almaya girişemediler. Benim de pazarlama konusunda hiç ön tecrübem yoktu. Satış da hiç yapmamıştım daha hiçbir yerde. Satış adına tüm tecrübem, bizim aile vakfının üyelerine vakıf rozetleri satışından ibaretti.

Yazılımın satışını bizzat yapacağım ortaya çıkınca, pazarlama ve satışla ilgili kitapları taradım. Çok sayıda kitabı kısa sürede okuyup, özetledim. Bunlardan aldığım dersleri not ettim. Bu dersleri de bu blogda okuyucularımla düzenli olarak paylaşmaya çalışacağım. Çok ilginç ve yararlı dersler var.

Eticaret Mağazasının Sonuçları

Ne yazık ki, eticaret mağazası yazılımı işi de düşündüğüm gibi gitmedi. Şimdi bunun nedenlerini analiz etmekteyim. Birkaç tespit ettiğim faktör var. Bunların en başında da, **fiyatların dibe vurmasına neden olan piyasanın kendine özgü dinamikleri **geliyor. Fiyatlar o kadar düşmüş ve müşterilerin beklentileri bu düşük fiyatlara rağmen o kadar yüksek ki, kar etmek çok zor. Bu, çok boyutları olan bir problem. Bu boyutlardan bir kısmı da benim satış becerilerimle, müşteri ilişkilerini yönetmemle ve proje yönetim şeklimle de ilişkili. Çok ilginç dersler çıkardım, bu deneyimden. Bunları inşallah, başka bir yazıda paylaşmaya çalışacağım.

Lütfen, siz de kendi düşüncelerinizi aşağıya yorum olarak yazın. Sizce nerelerde hata, nerelerde doğru yapmış görünüyorum? Sizin de benzer, dalgalı giden girişimcilik deneyimleriniz oldu mu?